“Geldikleri Gibi Giderler”: Atatürk’ün Bir Milletin Kaderini Değiştiren Sözü

Tolga BAYTAŞ

10/8/2025

Kasım 1918… İstanbul, tarih boyunca nice medeniyetin göz bebeği olmuş bu aziz şehir, bir sabah uyandığında Boğaz’ın sularında yabancı bayrakların gölgesini gördü. Gökyüzü kapkara bulutlarla örtülmüş gibiydi; o gün güneş, adeta utanmışçasına semadan yüzünü saklamıştı. 55 parça harp sefinesi, Dolmabahçe önlerinde sıra sıra dizilmiş, ihtişamdan çok kibir sergiliyor, şehrin ufkunu demirden bir perdeyle kapatıyordu (Zürcher, 2004). O sefainin demirleri yalnızca sulara değil, milletin yüreğine de demir atmıştı. İstanbul halkının kalbi, korku ile çaresizlik arasında sıkışmıştı. Sokaklarda ağır adımlarla yürüyen insanların gözlerinde bir ye’s okunuyor, evlerin pencerelerinden dışarıya bakan kadınların yüzlerinde çaresizlik, çocukların bakışlarında ise anlayamadıkları bir hüzün parlıyordu.

Devlet-i Aliyye artık yorgun ve dermansızdı. İmparatorluğun uzun süren savaşlarla hırpalanmış ordusu dağınıktı, halk bitap düşmüştü. Herkes aynı soruyu soruyordu: “Acaba bu milletin izzeti, bu devletin şerefi ebediyen kayboldu mu?” (Ahmad, 2002). İşte bu vahim tabloda, Dolmabahçe rıhtımında yalnız bir kumandan duruyordu. Gözleri, çelikten zırhlıların gösterişine değil, milletinin damarlarında dolaşan asil kana çevrilmişti. Mustafa Kemal Paşa, o an Boğaz’a baktığında tarih sahnesine asırlarca ışık tutacak bir cümle söyledi: “Geldikleri gibi giderler.”

Bu söz, basit bir teselli ya da bir anlık cesaret ifadesi değildi. Bu söz, bir milletin asla esareti kabul etmeyeceğinin ilanı, bir istiklâl yemini idi. Paşa, tarih boyunca Türk milletinin hiçbir prangayı kabul etmediğini biliyordu. Haçlı ordularının kudreti, Moğol istilâsının dehşeti, yüzyıllar boyu süren cenk meydanlarının zorlukları… Hiçbiri bu milleti hürriyetinden mahrum edememişti. Çünkü milletin damarlarındaki kudret, yalnızca kandan ibaret değildi; bu kudret, hürriyet aşkı, istiklâl iradesi ve şeref duygusu idi (Mango, 1999).

Mondros Mütarekesi’nin 7. maddesi, İtilaf kuvvetlerine istedikleri yeri işgal hakkını tanıyordu. Bu madde, Anadolu’nun bağrına vurulmuş bir zincirdi. Nitekim kısa zamanda İzmir’den Adana’ya, Urfa’dan Maraş’a kadar pek çok şehir işgal altına girdi. İstanbul’un işgali ise milletin kalbine saplanan en büyük hançer oldu (Ahmad, 2002). Surların dibinde, minarelerin gölgesinde, Ayasofya’nın kubbesi altında yabancı askerlerin adımları yankılanıyordu. Milletin onuru çiğneniyor, bin yıllık payitaht esaretin acısını yaşıyordu.

Ama işte tam o anda Mustafa Kemal Paşa’nın sözü, bu kasvetli manzarayı delip geçen bir ışık oldu. O söz, İstanbul’un işgal altındaki karanlık sokaklarında fısıldandı; Anadolu’nun dağlarında yankı buldu. O söz, Samsun sahillerinde ateşe dönüştü, Erzurum’da azme, Sivas’ta birliğe, Sakarya’da sabra, Dumlupınar’da zafere dönüştü. Nihayet 9 Eylül 1922’de İzmir’de, milletin kahraman evlatları düşmanı denize dökerken, Mustafa Kemal Paşa’nın öngörüsü hakikate kavuştu:
“Geldikleri gibi gittiler.”

Bugün bu cümle, yalnızca bir tarihî rivayet değil; bir milletin azim ve iradesinin sembolüdür. Zira “Geldikleri gibi giderler” demek, en karanlık gecelerde bile sabahın mutlaka doğacağına iman etmektir. Bu milletin kaderi, esaret değil istiklâldir. Atatürk’ün o gün Boğaz’da dile getirdiği bu cümle, yalnızca bir askerin öngörüsü değil, bir milletin varoluş manifestosudur. Ve bugün bizler biliyoruz ki, hangi fırtına önümüzü kaplarsa kaplasın, hangi zorluk yolumuzu gölgelese gölgelesin, milletin ruhunda var olan hürriyet aşkı, her engeli aşacak kudreti taşımaktadır. Çünkü bir kez söylenmiştir, bir kez tarihe kazınmıştır:
“Geldikleri gibi giderler.”

Kaynakça

  1. Ahmad, F. (2002). Modern Türkiye’nin oluşumu. İstanbul: Kaynak Yayınları.

  2. Mango, A. (1999). Atatürk. London: John Murray.

  3. Zürcher, E. J. (2004). Modernleşen Türkiye’nin tarihi. İstanbul: İletişim Yayınları.